BU ARALAR KİMSEYE MERCİ DEMEYİN!...

Aşırı kesin anlamına gelir. 
Kesin ise gerçeğin aynısı olabilendir.
 
 
Fransız parlamentosunun 12 ekimde 2006 tarihinde sözde ermeni soykırımını suç sayan teklifi yasalaştırmasıyla Fransız markası büyük bir darbe aldı. Bu algı sadece ülkemiz için değil tüm dünya içinde geçerlidir. Volter’in toprakları kan kaybediyor. Kolonyalizmle büyüyen batı avrupa gelişen ve değişen bilim ve teknolojinin uzağına düşmeye başladı son yıllarda. Bilimin merkez ülkeleri artık avrupa değil. Yaşlanan nüfus ve eriyen ekonomik güç onları yeni politikalar üretmeye zorluyor. Bu dönüşümü pazarlama iletişimi açısından değerlendirdiğimizde de Fransa’nın durumunun pek parlak olduğu söylenemez. Sürekli karşı çıkış kültürü Fransay’ı dünya siyasetinde ve doğal olarak pazarlarından uzaklaştırmaktadır. Kolonilerindeki zayıflayan gücü, İngilizcenin artık tartışılmaz etkinliği, globalizmin yıkıcı ilerleyişi Fransa’nın ve Fransız politikacılarının temel ve çözülemez sorunlarıdır artık. Kendine etkinlik alanları arayıp bulamaması onun hırçınlaştırıyor, kabalaştırıyor. Örnek olarak dildeki milliyetçi duyguları onları adeta kör ediyor. Paris’te bırakın başka bir dili İngilizce veya Almancayla marketten 1 paket sigara bile alamazsınız. Ne demek istediğinizi bilir hatta anlar ama boş boş yüzünüze bakarlar. Çünkü siz Fransızca bilmiyorsunuz.
 
Biz faniler basit yaşar basit düşünürüz. Çevremizi sarıp sarmalayan gündelik yaşam algımız tüm davranış örüntülerimizi oluşturur. Karmaşık zihinsel yapımızla başa çıkmanın en kestirme yolu budur. Budur ki bizi yaşama bağlar, bilgi düzeyimiz ne olursa olsun bu gerçeklik bizi dışsal tehlikelerden korur. Zihnimizin kategorik algısı bizi hızlı düşünmeye ve karar vermeye zorlar. Bu gündelik bilgi epistemolojisi ilişki kurma düzeyimizi ve düzenimizi oluşturur ve düzenler. Hindistan dendiğinde aklımıza inekler - avare filmi - Gandhi gelir, Volvo dendiğinde önce otomobil – güvenlik – İsveç, Rolex dendiğinde saat – İsviçre – tarafsızlık akla gelir. Nereden bakarsanız bakın, nasıl okursanız okuyun konumlandırma süreci böyledir. Bir iki kavramın içine sığmıyorsanız daha yapacak çok şeyiniz var demektir.
 
Fransa bu tutumuyla marka algısına büyük olmasa bile önemli bir darbe indirmiştir. Tüketici rasyonel bir varlıktır ama aptal değildir. Bir ürünü veya hizmeti satın alırken hangi süreçleri izlediğini bilemezsiniz. Bilinen bazı gerçeklerden biri ise kendi doğal varlığına olan tehditlere de hiç duyarsız kalmadığıdır. Evet ülkemizde Fransız malları boykot edilecektir hiç şüphesiz. Bunun nasıl sonuçlar doğuracağı ise gelecek günlerin veya başka yazıların konusu olacaktır.
 
Burada dikkat çeken nokta kalan tortunun hiç mi hiç silinmeyeceğidir. Bu sadece bizim için değil başka ülke yurttaşları içinde geçerlidir. Çünkü Fransa markasını oluşturanlar onu üç temel kavram üstüne inşa etmişlerdir; kardeşlik, eşitlik, özgürlük (Fraternité, Egalité Liberté). Bu üç kavrama Fransa’nın çocukları ne kadar sadık kaldıkları geçmişlerinde gizlidir. Ama gerçek olan şu ki bu kavramlar onların malıdır. Tüm dünya onlardan öğrendi, etkilendi, tartıştı ve geliştirdi. 
 
Olayı bizim açımızdan yorumladığımızda ise durumumuzun pek parlak olduğu söylenemez. Kriz yönetimi kurgulanabilir, şekillendirilebilir, bir süreçtir. Kamuoyu oluşturma stratejik kavramsal bütünlükle ilintilidir. İletişim araçları bunun sadece bir boyutudur. Devlet politikalarımızın bununla da temelde ilintisi yoktur. Çünkü devletin düzenleyici rolünden başka, devletten bir şeyler beklemekte yanlıştır. Toplum olarak sivil insiyatif geliştirme geleneğimizin olmayışı artık bu dönemde arkasına sığınılacak bir mazeret olmaktan çıkmalıdır. Resmi olmayan organizasyonlarımızın tarihi bile belli sürece müdahale, etkileme ve oluşturma noktasında zayıf, yetersiz ve düzensiz çabaları; oluşturmaya çalıştığımız Türkiye markasına katkı sağlamamıştır. Bunlar bizim sorunlarımız ve dersimize daha dikkatli çalışmamız gereğini bir kez daha ortaya koymuştur. 
 
(ara not) “İnsanlık tarihi trajediler tarihidir. Geçmişimiz savaşlarla doludur. Ama soykırım sadece 2. dünya savaşında tanımlanan bir olgudur ve sadece orada kalan bir tanımdır. Aksini düşündüğümüzde ise tüm insanlık olarak sokağa çıkacak yüzümüz olmaz. “ 
 
Tarihi tarihçiler yazar, birazda kendilerince yazarlar ama kimse onlara kızmaz. Çünkü beş yüzyıl önce neler olduğunu yazmak kolay değildir. Onların kavgaları da kendilerinedir. Ama siz siz olun bu aralar kimseye merci demeyin çünkü ülke algıları dil kazalarına neden olabilir.
Yüzyıl sonra yüz yaşındaki adam, 
usulca My Name is Red’in kapağını 
kapatır ve derin bir uykuya dalar.
 
Kemal Çifçi
Sosyolog/Reklam Danışmanı
Ağustos 2010-Öveçler